Edebiyatın üstatlarından Yahya Kemal Beyatlı’nın çok kilolu olduğu söylenir. Yahya Kemal, Yakacık’a davet edilmiş birgün. Kendisini istasyonda karşılayan biri, üstadı faytona bindirmek istemiş.

Şair bu teklifi “Olmaz, otomobille gidelim” diyerek reddetmiş. Adam nedenini merak edip sormuş. Bunun üzerine oldukça kilolu olan Beyatlı gülümseyerek şöyle demiş:

-Hayvanları koruma cemiyetine yazıldım da.

Çok hoşuma gitti bu yazı okuduğumda. Kişi kendisiyle dalga geçebilecek kadar kendiyle barışık. Bu düşüncem belki tuhaf karşılanabilir ama obezite tanısıyla bana gelen hastalarıma kan değerleriniz normalse, ailede diyabet, hiperlipidemi gibi kiloya bağlı veya genetik hastalık hikayesi yoksa uğraşmayın kendinizle böyle kalın diyorum.

Diyet yapmayı takıntı haline getirmenin bunu sorun edinmenin kişiye daha çok zarar vereceğini düşünüyorum. Böyle mutluysanız bırakın öyle kalın! Herkes 36-38 beden olmak zorunda değil.

Birgün bir hastamla sohbet ederken bana aynen şunları söyledi.

“Çocukluğumdan beri kilouluyum. Okulda arkadaşlarım, evde zaman zaman annem babam, hatta bazen eşim bile benimle dalga geçti. Ben de hırs yaptım. Büyük bir azimle diyet yaptım yıllarca. 30-35 kilo verdim. Zayıfladığımda tüm moralim düzelecek, hayatım değişecek diye düşünüyordum. Oysa ben aynıydım Sema Hanım. Değişen sadece kabuğumdu. İçim aynıydı. Çocukken çektiğim sıkıntıları yine hissediyorum. Kırgınlıklarım devam ediyor. Haa zayıfladığıma pişman değilim. Kan değerlerim düzeldi diyabetin eşiğine gelmiştim şimdi daha iyiyim. Demek istiyorum ki sanırım ben ve eminim daha birçokları diyetisyenlerden mucize bekliyoruz. Sihirli bir değneğiniz olduğunu düşünüyoruz. Oysa ne kadar zarar veriyoruz hem size hem kendimize.”

Hastam olayı çözmüştü. Onun sayesinde ben de birçok konu üzerinde tekrardan düşündüm. Diyet psikolojisi diye tamamen ayrı bir kavram var.

Bir kere obez kişi kilo verme ile psikososyal statüsünde iyileşme beklentisi içinde geliyor size. Sağlık, hareket kabiliyeti ve enerji düzeylerini iyileştirmek düşüncesi kaplıyor tüm zihnini. Bu sebeple sabırsız olabiliyorlar. Ve kilo vermede karşılaştıkları en küçük güçlükte bile büyük hayal kırıklıklarına uğrayabiliyorlar.

Bazı obezler ise aile ve çevre baskısı ile diyete başlamış oluyorlar. Kendileri hallerinden mennunlar belki ama çevreden, aileden gelen sürekli aşağılayıcı, rahatsız edici baskılar sonucu çok düşük kalorili, ölümcül diyetlere başlıyorlar. Beden algıları bozuluyor. Anoreksiya nevroza ve bulimiya hastalarında olduğu gibi örneğin. Kişi artık günde 1 elma 2 galetadan başka bir şey yiyemez hale geliyor. Yediğinde de içini müthiş bir pişmanlık duygusu kaplıyor ve kendini kusturuyor. Bu durumda aile ne yapacağını bilmez bir halde klinik klinik geziyor.

Rastladığım bir başka durum ise kilolu hastaların çoğu daha önceden kendi kendine veya uzman denetiminde mutlaka bir diyet uygulamış, çaba harcamış kilo verip tekrar alınca da bu durum onlarda hayal kırıklığı ve hüsran yaratmış olması. Bu durumda yeni yöntemlerle hastayı biraz canlandırmak gerekiyor.

Yine en çok yapılan ve bence en büyük hata, hastanın zayıflayınca sihirli değnek değmiş gibi herşeyin düzeleceğine inanmış olması.

En son şunları söylemek istiyorum. Başarılı kilo kaybı için yeteri zaman, devamlı konsantrasyon, azim ve motivasyon gerekir. İdeal olan hastanın bu dönemde rahat ve stresli ortamdan mümkün olduğunca uzak olması, aksi sağlanamıyorsa diyetin bir süre ertelenmesi bence.

Tekrar söylüyorum. Kiloluysanız, sağlığınız tehdit eden durumlar söz konusuysa ilk önce kendiniz için (!) ne anneniz ne babanız ne sevgiliniz ne kocanız için… Sadece kendiniz için kilo vermeyi hedefleyin. Eğitim seviyeniz, gelir düzeyiniz, yaşam tarzınız ne olursa olsun size uygun bir diyet mutlaka vardır.

Artık klasik oldu bu cümle ama unutmayın çaresiz değilsiniz. Çare sizsiniz!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir